Köşe Yazıları

'Deizme kayış' mı, zorunlu toplumsal değişim mi?

. .

4 Nisan 2018 Saat: 18:10
'Deizme kayış' mı, zorunlu toplumsal değişim mi?
'Deizme kayış' mı, zorunlu toplumsal değişim mi?

.

Eşi 7.5 yıl ceza alan, 3 çocuğunun ikisi psikolojik sorunlar yaşayan, henüz 18 aylık olan, en küçüğünün ise yıllarca annesiyle cezaevinde kalacağı baba Bunlarda din, kitap, mezhep ,vicdan, kalmamış" diyordu bana. Perişan ve alt üst olmuş hayatına nasıl devam edeceğini bilemiyordu ve dini cemaatten yetişmesine rağmen şok bir söz söylüyordu. "Yöneticiler ve onları destekleyen cami cemaatinin yüzünden deizme kayıp, kayıp geri geliyorum, kararsızım, bu kadar vicdansızca işe nasıl din ve dindar karşı çıkmaz" diyordu. Ardından ekliyordu ' Kürtleri, Alevileri, solcuları şimdi cok iyi anlıyorum ve onlara önceki duyarsızlığımla bir özür borcu olduğumu düsünüyorum'
 
Toplumda bir süredir tartışılan bazı dini eğitim kurumlarındaki gençlerin veya dindarların deizme, ateizme kayışı konusunda çarpıcı bir örnek bu. Bu ve bunun benzeri vakaya çok rastladım, yaşadıkları vicdansızlıklar karşısında tüm değerleri alt üst olmuş insan çok. Bu insanlar, inanç ve dindarlar konusunda önemli bir hayat sorgulaması yaşıyor.
 
Sadece gençlerde değil, orta yaşlılarda da önemli sorgulamalar ve hayat tarzı değişimleri yaşanıyor. Eskiden başörtüsü mücadelesinde önde gelen orta yaşlı kadınların bazıları da başlarını açıyor, sakallı erkekler iş ve özel yaşamlarında seküler seçimler yapıyor. Bu, bir gerçek ve sadece gençler veya siyasi olarak değerlendirme yapmanın yetersizliğini gösteriyor. Ne oluyor, din mi yetersiz kalıyor, dindar mı samimiyetini kaybediyor, siyaset mi çürümeyi tercih ettiğinden dine kaybettiriyor? Bu soruları ayrıntılı analiz etmek gerekiyor.
 
Din ve dindarların tartışılmasını sadece siyasi boyutuyla değerlendirmek yetersiz olur. Daha kuşbakışı bir değerlendirmeye ihtiyaç var. 70'li yıllardan itibaren yükselen İslami hareketlerin gösterdiği önemli bir gerçek vardı. 60'lı yılların sonunda zirveye ulaşmış sol hareketlerin, 70'li yıllarda duraklamaya ve gerilemeye başlamasıyla alan bulan din ve İslami hareketler, dünyanın dört bir tarafında cazibe merkezi olmuştu. İktidara gelip yeterli olamaması, baskıcı olması, modern hayatın sorunları karşısında cevap üretmede zorlanması veya iktidara gelip hayal kırıklığı oluşturması, yeni jenerasyonlar başta olmak üzere çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmıştı. Din ve dini hareketler biraz hormonlu yükseliş sonrası karşılaştığı gerçekler karşısında bocalıyordu.
 
 
Sosyolojik açıdan bakıldığında köyden kente, taşradan merkeze gelen muhafazakar kitlelerin modern hayata uyup kısa sürede dini yaşam tarzlarından uzaklaşması beklenirken, realite böyle olmamıştı. Kentlerin kenarlarında bir set oluşturarak kendi kozasını örmeye başlayan geleneksel Müslümanlık, zamanla uygulanan ulusal ve uluslar arası politikalardan dolayı muhalif bir kimlik oluşturdu ve iktidara talip oldu. Sonunda bunu başaran muhafazakar kimlik, merkeze yerleşince hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye başladı. Ele geçirdiği otorite karşısında imtihanı kaybediyor ve eski eleştirdiği zalime dönüşüyordu. Ayrıca değişen ve gelişen sosyal hayatla karşılastıkça reddiyenin artık yetersiz kaldığını, yeni alternatifler konusunda seçiminin belirginleşmesi gerektiğini anlıyordu. Tüm cazibesi, ışıltısıyla modern hayata karşı kimliğiyle bir cevabının olması gerekiyordu. Bu cevap, kendini yenilemeyen, yüzyıllar öncesinin fıkıh kitaplarını aşma isteği, hevesi olmayan bir anlayışla olabilir miydi? Bir taraftan modern hayatın her yönüyle önüne serdiği cazibesi, diğer taraftan sonsuz hayat inancının güncele dair yeterli yeni çözümler üretmeyen bakış açısı...Bunlar karşısında bir seçim yapması gerekiyordu.
 
Ali Şeriati "Öze dönüş" kitabında bu çelişkiyi anlatır. İran toplumunun dini ve geleneksel değerlerinin modern dünya ile karşılaştığı zamandaki toplumun seçimini anlatır. Toplum, Türkiye'de olduğu gibi ya Batılı değerleri benimseyen dine ve geleneğe uzak bir modern, ya da kabuğuna çekilmiş bir tutucu olmuştu. Bu iki seçeneğin dışında bir üçüncü yol olduğunu söylüyor ve öze dönüşü yani dinin, ahlaki özünün modern bilimle yorumlanmasıyla sorunun çözümlenebileceğini düşünüyordu. İran'da yaşanan Türkiye'de de yaşandı. Baskıyla toplumu dönüştürmeye çalışan modern Cumhuriyet elitleri, 3. yolu aklına getirmeyen bir tepkiyi kendi elleriyle ördü. Büyüyen, durdurulamayan tepki, ya İran'da olduğu gibi devrimle iktidara geldi, ya da Türkiye'de olduğu gibi demokratik yolla iktidara geldi ama 3. yol ihmal edilmiş, değişen hayata cevap veren, bilhassa gençlere cevap veren bir anlayışın inşası düşünülmemişti. Daha çok tepkisel yollar üretilmiş, rövanş amaclanmış, her kavramın Müslümanca versiyonuyla idare edilebileceği düşünülmüştü. Ancak realitedeki çatışma ve yeni tercihler kaçınılmazdı. Şimdi bile halen iktidar, yolsuzluklarını ve hukuksuzluklarını örtmek için dini kutuplaşma söyleminden medet umuyor.
 
Kendi dünyamdan Ali Şeriati'nin resmettiği gerçeğe örnekler verebilirim. Bir doktor olarak Göğüs hastalıkları ihtisası yaparken Tüberküloz hastalığındaki direnç teorileri üzerine sunumları dinliyordum. Bir hocamız basillerin ilaçlara direnç mekanizmasının evrim teorisiyle olan izahını, tezini anlatıyordu. Bir dindar doktor olarak bu anlatımları çok tatminkar bulmuyordum. Zira hem evrim teorisinin yaratılış teorisine aykırı olduğunu düşünüyor hem de araştırmaların ön yargılı ve bilimsel ciddiyet konusunda sorunlu olduğunu düşünüyordum. Bir gün hocamın odasına gidip Hindistan gibi bilimsel olarak çalışmaların ciddiyeti konusunda çok popüler olmayan bir yerde olan çalışmalardaki sayıca çok az hasta vakalar üzerinden bu kadar genel yargılara varılmasını güvenilir bulmadığımı söyleyince, bilimsel olmayan bir büyüklenme ve ön kabulü hayal kırıklığıyla dinlemiştim. Yıllardır yapılanın aynısını yapıyordu, kendini begenmişlikle karşısındaki diger kutba itici tavrı tekrar ediyordu. Ama ben tepkisel yaklaşmadım, kabuğuma cekilmedim, derdim doğruyu bulmaktı. Öte yandan evrimi reddeden bir düşünce tarzının da yetersiz olduğunu düşünüp, evrime karşı tezler üreterek konuyu izah eden yaklaşımlardan da uzaklaşmayı tercih etmiştim. Çünkü ortada bilimsel bazı gerçekler vardı ve bunlar dini inanç ön kabulleriyle değil, din ve bilimi çatıştırmadan normal seyrine bırakılan bilimsel araştırmalarla halledilebilecek sorulardı. Bugün yaşanan da farklı değil, iki hayat biçimi arasında bir çatışma yaşandığında çoğunlukla kolaycılığa kaçılıyor. Kolay olan yöntemler tercih ediliyor, ya yerinden ayrılma ya da tutuculukla konumunu sonuna kadar muhafaza etme tercih ediliyor. Bu tercihler saygı duyulacak tercihlerdir ama ben deizm veya ateizm tercihlerinin de kolaycı seçimler olduğunu düşünüyorum. Çünkü sürekli yaşanan bir tepkisellikle varacağımız yer yoktur. Moderniteye veya dine tepkiyle değil, meseleyi daha kuşbakışı değerlendirmelerle yorumlamak gerekiyor.
 
Türkiye'de de muhafazakarların tavrı farklı olmadı. Moderniteye karşı cemaatlara, tarikatlara çekilme, kendini koruma tavrı bir yere kadar sonuç vericiydi. Bir noktadan sonra defans bitip hayatın gerçekleriyle karşılaşınca gençler ya deizme, ateizme yönelmeye başladı ya da içe kapanmacılık zorla devam ettirilmeye çalışıldı. Şu an yaşananları halen 'dış güclere', misyonerlere bağlama eğilimindeler. Siyasi gerginliklerden de beslenen dini camianın sorgulama isteksizliği sorunu her geçen gün büyüttü, büyütüyor. Zira İslam fıkhında, bilime bakışta, anlayışta yenileme ihtiyacı duymayan, ya içe kapanıyor ya da hile-i şer'iyelerle kendisine çıkış bulmaya çalışıyordu. Kozasında kendisini hapseden camialar, dışarı çıkınca sudan çıkmış balığa dönüyor ve önemli bir değişim yaşıyordu. Bu, ya yine içe kapanma ya da dinden uzaklaşmaya yol açıyordu. İçe kapanma krizini aşmak için akla, bilime, rasyonaliteye alerji geliştiriliyor, baskıcılığa, dışlamaya başvuruluyordu.

İslamcı hareketlerin yükselişi ne  saf dine yöneliş çağını gösteriyordu ne de deizme yöneliş, dinden kaçış çağını gösteriyor, daha derine inmek gerekiyor. Toplumsal değişimi sadece tek bir faktöre indirgeyerek anlamaya çalışmak, tatminkar değil. Konu oldukca geniş, boyutlu, bir sonraki yazımda da meselenin farklı boyutlarına değinerek devam edeceğim.

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu kişisel bloğu Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız