21-23 Mayıs'ta Ankara'da yapılan Uluslararası İnsan hakları konferansına katıldım ve bir konuşma yaptım.
İnsan hakları ulusal kurum sunumu
BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından Mart 1992'de hazırlanan ve 20 Aralık 1993'te BM Genel Asamblesi tarafından kabul edilen, "İnsan Haklarının Korunması ve İlerletilmesi için Ulusal Kurumların Statüsü ve İşleyişine İlişkin İlkeler" kısaca Paris İlkeleri olarak adlandırılıyor. Bu ilkeler, 30 Eylül 1997'de Avrupa Konseyi tarafından üye devletlere tavsiye edildi. Yürütme organının ve yasamanın sorumluluklarından bir şekilde ayrılan bir ulusal kurum, insan hakları alanında öncü bir rol oynayabilecek konumdadır. İktidarda bulunan hükümetle gerçek ve algılanan mesafesini korumayı başarabilen bu tür bir organ, bir ülkenin vatandaşlarını koruma ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygılı bir kültür geliştirme çabalarına eşsiz bir katkıda bulunabilir.
Topluma hizmet etme amacı ile kurulmuş olan devletin denetlenmeyi kabul etmesi gerekir. Modern devlet bunu gerçekleştirebildiği oranda meşruiyet kazanır. İnsan haklarının korunması rolünü üstlenecek Ulusal kurumun oluşması önemlidir. Ama daha önemli oluşturulacak olanın gerçek anlamda görev yapacak bir kurumun ayrımcılığa uğramış tüm kesimler tarafınca tatminkar ölçülerde kabul görebilmesidir.
Uygun olmayan bir kurum (yetki, iktidar ya da herhangi bir diğer ölçü açısından) etkisiz bir kurum olur. ulusal kurumun etkin olabilmesi için hükümetten, parti politikalarından ve çalışmasını etkileyebilecek konumda olan her türlü varlık ve durumdan bağımsız hareket edebilmesi gerekir. Her kurumun kuruluşu belli sınırlamaların getirilmesini dayatsa da bağımsızlık üzerindeki kısıtlamalar kurumun sorumluluklarını etkin bir şekilde yerine getirmesini engellememelidir. Yasal bağımsızlık, kurumun fonksiyonlarını hükümetin herhangi bir kolu ya da kamusal veya özel bir organın müdahalesi ve engellemesi olmaksızın yerine getirmesini mümkün kılacak seviyede olmalıdır. . Etkin bir ulusal kurum kendi prosedür kurallarını tasarlamalı ve bunlar dışarıdan değişikliklere açık olmamalıdır. Aynı şekilde kurucu yasada belirtilen durumlar dışında kurumun öneri, rapor ve kararları da bir başka otorite ya da organın incelemesine tabi olmamalıdır.
Paris İlkelerinin Oluşum açısından temel meselesi çoğulculuktur. Ulusal kurum’un finansman ve personel açısından bağımsız olması;
- üyelerin görev güvenceleriyle donatılmış olması;
- atanma prosedürlerinin, üyelik kriterlerinin, üye kompozisyonlarının açıkça belirlenmesi;
- habersiz ve sınırsız bir ziyaret yetkisine sahip olması;
- raporlar düzenleyerek kamuoyuna hesap verebilir olması;
- tavsiyelerde bulunma yetkisine sahip olması;
- insan hakları alanında aktif olarak çalışan sivil toplum kuruluşlarının en geniş katılımının sağlanması;
- kurulda idarenin temsili olacaksa da oy kullanma hakkının olmaması gerekir.
Çoğulculuk, başkasının müdahale edememesi ve mali idari özerklik olması en başta gelen zorunluluklardır. Kurul üyelerinin dokunulmazlığı ve imtiyazları olmazsa olmaz olandır. Aslında Paris ilkelerinde olması gerekenler var ama bir de yerel şartlar ve sorunlar ışığında olmazsa olmaz olanları da unutmamak gerekir..
Ulusal bir kurum kendi başına bir amaç değildir ve başarıları kadar güçlü ya da zayıf olabilir. Kurumsal etkinlik hesap verebilirlik sistemi gerektirir.
Yasalar üzerinde de söz sahibi olabilecek bir ulusal kurumun tahayyül edilebilmesi hiç şüphesiz güzel bir gelişmedir. Teklif edilen yasa taslağının, devletin uluslararası ve ulusal insan hakları yükümlülükleriyle uyumunu araştırmak; teklif edilen mevzuatın, insan hakları alanındaki olası etkilerini değerlendirmek; Son iki adıma ilişkin olarak tespit ettikleri konular hakkında bu yasa taslağını hazırlayan parlamenter grubuna ya da ilgili diğer organlara rapor sunmak, Mevzuattaki eksiklikleri ve yetersizlikleri tespit etmek hiç şüphesiz önemli ilerlemelerdir.Ama bunları yapabilecek bir kurumun kuruluş aşamasında yaşanan tartışmalar bu tasarlananların hayalden öteye geçip geçemeyeceği konusundaki umutlarımızı zayıflatmaktadır.
Mevzuattaki eksiklikleri ve yetersizlikleri tespit etmek; Bu eksiklik ve yetersizliklerin insan hakları alanına olan etkilerine dair hem ulusal hem de uluslararası standartlara referans veren bir araştırma gerçekleştirmek;İncelenen mevzuatın uygulanmasından ya da denetlenmesinden sorumlu devlet birimlerini ve aktörlerini tespit etmek;Tespit edilen birim, aktörler ya da parlamentonun kendisiyle temasa geçmek veya bu kişi ve kuruluşlara rapor sunmak. Ulusal bir kurum, yürürlükte bulunan ya da teklif edilen mevzuatı gözden geçirmenin yanısıra yeni mevzuatın hazırlanması sürecine destek olmakla da görevlendirilebilir. Bunlar gerçekleştirilebilirse gerçek anlamda sorunu çözmeye odaklanmış bir kurumu oluşturabilnme kapasitesini gösterir. Ancak insan hakları danışma kurulundaki tartışmalar nerede olduğumuzu bize tekrar hatırlatmaktadır.
Ulusal bir kurum varlığı toplumca bilinmedikçe, bu kurum gereği gibi iş göremez. Bu nedenden ötürü, her kuruluş kendisine bir yüksek görünürlük politikası hedefi koymalıdır.
Ulusal bir kurum açığa çıkarılamamış insan hakları ihlallerini tespit etmek ve bu ihlallere dikkat çekmekte hayati bir rol oynayabilir. Bu konuda vereceği eğitimlerle de insan hakları bilincinin yaygınlaşmasını sağlayabilir.
İnsan hakları ihlallerini ya da belli başlı insan hakları meselelerini derinlemesine soruşturma gücüne sahip ulusal bir kurum, mevzuattaki yetersizliklere ilişkin görüş bildirmek için çok uygun bir konumda olacaktır. Ulusal bir kurum sorunlar hakkında soruşturma yapabilir Yeterli hukuki ehliyet, Kurumsal yetkinlilik, Tanımlanmış ve uygun öncelikler silsilesi, siyasi irade olmadan ise bu soruşturmayı sağlıklı bir şekilde yapamaz. Ulusal kurumlar arasındaki farklılıklara saygı gösterirken, kimin şikayet edilebileceğine dair getirilecek kabul edilemez kısıtlamalar, kurumun yetkili kılındığı sorumlulukları ifa etme ve işlevini yerine getirme kapasitesini engelleyecek ya da kısıtlayacaktır.
Hemen hemen her durumda, ulusal bir kurum uzlaştırmaya çalıştığı ya da soruşturduğu sorunlara ilişkin tavsiyede bulunma yetkisine sahip olmalıdır. Bu tavsiyeler, kurumun yetki alanına bağlı olarak, devletin bir organına, bir kamu görevlisine, özel bir kişi ya da kuruma yapılabilir. Söz konusu tavsiye, insan hakları ihlalini önleyecek ya da etkilerini azaltacak önlemlerin alınması konusunda olabilir veya bir karara ilişkin pratikte, usulde, o kararın revizyonunda ya da o kararın bozulması konusuna bir değişiklik önerebilir. Özür dilenmesini yahut zararların ödenmesini savunabileceği gibi alternatif bir tazmin ve telafi davası da önerebilir. Tavsiyeler özel bir vaka ile ilgili olabileceği gibi, zarar verici bir faaliyet ya da davranışın tekrarlanmasını önlemek amacıyla geniş bir çerçevede de yapılabilir
Bir şikayete ilişkin yapılan tavsiyelerin göz önünde bulundurulmaması halinde, ulusal kuruma, meseleyi bir başka organının dikkatine havale etme yetkisi verebilir. Ulusal kurumların resmi bir şikayet olmadan veya bir devlet organından çağrı gelmeden, olası insan hakları ihlalleri konusunda soruşturma başlatma ya da kamu soruşturması açma yetkisi olabilir.
Paris İlkeleri, oluşturulacak kurumlara resmi kurum temsilcilerinin sadece gözlemci sıfatla katılımını öngörüyor; onlara oy hakkı tanımıyor.
1990’ların başında TBMM içinde bir Meclis komisyonunun kurulması ve bir devlet bakanının insan haklarından sorumlu kılınmasıyla başlayan resmi kurumsallaşma süreci, 2000’li yıllarda Avrupa Birliği’ne üyelik süreci çerçevesinde İnsan Hakları Başkanlığı, İnsan Hakları İl ve İlçe Kurulları, İnsan Hakları Danışma Kurulu, Cezaevleri İzleme Kurulu, İnsan Hakları Eğitimi 10 Yılı Komitesi gibi hükümet dışı kuruluşların da dahil edilmeye çalışıldığı bir süreçle devam etti. Ancak oluşturulan bu yapılar, Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi yönünde anlamlı bir etki yaratamadı.
Kurum üyeleri netameli konularda olması gereken cesur tavırları ve söylemleri gerçekleştirdiğinde başına gelebileceklerden emin olmalıdır.
Ulusal kurum özetle müdahale olmaksızın çalışırsa etkinliğini sağlar. Hak temelli örgütlere sorulmadan bu konuda yasa tasarısı hazırlanan bir kurumun başlangıçta bu haliyle oluşturulması amaca hizmet gayesi gütmediğini işaret etmektedir.
Eğer ulusal bir kurumun tavsiyelerinin yok sayılıyor veya herhangi bir sebep gösterilmeden geçiştiriliyorsa, bu durum kurumun işlevini bütünüyle yerine getirmeyi sürdürmesinde pek teşvik edici olmayacaktır. Tavsiyeleri herhangi bir açıklama yapmadan dikkate almamak ya da bu tavsiyeleri yanıtlamamak, aynı zamanda hükümetin insan haklarının ulusal düzeyde geliştirilmesi konusundaki istekliliği konusunda da kamunun algısında olumsuz bir etkiye neden olabilir.
Ulusal kurum ile ilgili yeni bir yasa tasarısının imzaya açıldığı bilgisi bize imzaya açıldığında ulaşmıştır. Bakanlar Kurulu’nun kabul ettiği bu yasa tasarısı hakkında ülkemizde insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için yıllardır karşılaşılan büyük zorluklara, çıkarılan engellere karşın yoğun uğraş veren kurumlarımıza hiçbir bilgi verilmemiştir.
Türkiye’de şu ana kadar oluşturulan tüm insan hakları birimleri, gerek oluşumları gerekse faaliyet alanları bakımından oldukça sorunlu ve konuya ilişkin en önemli ölçüt olan Paris İlkeleri’ne aykırı olan örgütlenmelerdir. Bir başka deyişle bu örgütlenmelerin hiçbiri ihlali yapanın aynı zamanda ihlalden koruyucu olması çelişkisini aşmak üzere tasarlanmış değillerdir.
Hükümetin, oldubittiye getirerek hazırladığı son yasa tasarısında bu ilkelere ne ölçüde yer verdiğini bilmiyoruz. Ancak, bugüne kadar yapılıp edilenlere baktığımızda ilkelere uygun bir tasarı olduğuna dair umut da taşımıyoruz.
Türkiye’de İHDK nun işlevsiz bir durumda olduğunu biliyoruz hukuka uymayan bir şekilde sonlandırıldığını da biliyoruz. İnsan hakları danışma kurulu Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu nedeniyle hazırlayıcıları hakkında 5 yıla kadar hapi,s isemi ile dava açılmıştır.öylece kendi denetimi dışında, özerk bir yapılanmaya ve bu yapılanmanın alacağı kararlara hoşgörü ile yaklaşılmayacağı gösterilmiş, gelişmelerin önünü keserek kurulu kendi güdümüne almıştır. Oysa insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için sivil toplum kuruluşları ile devletin bir arada olduğu, özerk ulusal kurumlar bir zorunluluktur.
İnsan hakları kurullarına gerçek anlamda ihlallere karşı mücadele edecek kurumları almamak konusunda özen gösteren bir yapı ortada iken ulusal kurumu konuşmak çok erkendir. İnsan hakları adına kurulan kurulların sadece AB’ye giriş zorunluluğu olmasından dolayı istemeden yapılan faaliyetler olması başarısız olmasının en büyük etkenidir.
Gerçek anlamıyla oluşturulan bir ulusal kurum ile aslında olması gereken gerçek demokratikleşme sağlanır. Ulusal kurumun kurulma aşamasında olduğu kadar oluştuktan sonra amaca uygunluğu konusunda söz sahibi olması da gerektiği açıktır. Kurulun kararları bağlayıcı olmasa da karar alma aşamasındaki tüm yolların açık olması ve alınan kararların etkili bir baskı unsuru olması sağlanmalıdır.İnsan hakları ile ilgili hazırlanan taslak halindeki her türlü yasa kuruma sunulmalıdır.
Ulusal kurum sivilleşmenin önünü kesici bir mahiyette arzetmemelidir. Eğer ulusal kurumlar devletlerle diğer uluslar arası hak örgütleri hak örgütleri, arasında bir köprü görevi görecekse bu gerçekten hakkaniyete uygun olmalıdır.Türkiye gerçekte 23. cü chapterin açılış kriteri olma zorunluluğu olmasada gerçekten aslına uygun bir tarzda bu kurumu gerçekleştirmelidir. İnsan hakları örgütlerinin muvafakatı alınmadan yasa hazırlayabilirsiniz ancak onlardan habersiz kotarılan yasa ve kurumla ilgili hak kuruluşlarının değerlendirmelerinin uluslar arası bir akredite ölçütü olduğunu unutmamalısınız. Devletle ortak yarı sivil bir yapı olduğu için dikkat edilmesi gereken şu an olmayan bir üst kurula tasdik etme zorunluluğunun olmamasıdır. Eğer gerçek anlamıyla işlevini yerini getirdiği ülkelerde olduğu gibi olur ve olumsuz durumları uluslar arası mekanizmalara sunar ve BM önüne getirip gereken değişikliklerin yapılıp yapılmadığının kontrolünü yaparsa gerçek işlevini icra edebilir.
Ömer Faruk GERGERLİOĞLU
MAZLUMDER Genel Başkanı