hakları kavramı çoğunlukla devletlerin çok hoşuna gidecek bir kavram olmadı.. Güvenliği ve hakimiyeti öne çıkaran devlet insan haklarını hep rakip bir kavram olarak görmüştür.
v Kendinizi kısaca tanıtırmısınz?
v Başkanlığınız hayırlı olsun sizi başkanlığa getiren süreci değerlendirirmisnz?
v Türkiyeyi İslam ve batı dünyasıyla karşılaştırdığınızda insan hakları açısında nerde görüyorsunz?
v Hükümetin insan hakları karnesini nasıl buluyosunuz?
v Batının insan hakları söylemi ile insan hakları mücadelesinde kullanılan hakim dil Müslümanlar açısından sorun teşkil edermi?
v Mazlumderin insan hakları mücadelesini temellendirdiği referansları nelerdir?
v Sizce Türkiyede insan hak ve özgürlüklerinin genişlemesinin önündeki engeller nelerdir?
v AHİM kararlarında sözkonusu İslam dünyası olunca hukukilikten ziyade siyasallıkmı ön plana çıkıyor.?
v Mazlumder kürt sorununa nasıl bakıyor değerlendirmenizi alabilirmiyiz?
Ahmet TİLCİ-20.08.2008
- yılında Isparta Şarkikaraağaç’da doğdum. İlk öğrenimimi Bursa’da bitirdim. Bursa İmam Hatip Lisesi’nden 1984 yılında mezun oldum.1990 yılında ise Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdim. Mecburi hizmetimi Iğdır’da yaptım. Daha sonra Orhaneli Devlet Hastanesinde göreve devam ettim.1996 TUS’u kazanarak İstanbul Süreyyapaşa Göğüs hastalıkları hastanesinde ihtisasa başladım.2000 yılında Göğüs hastalıkları uzmanlığımı aldım. Halen İzmit Seka Devlet hastanesinde görev yapmaktayım.2003 yılında MAZLUMDER Kocaeli şube başkanlığı ve GYK üyesi oldum.2007 yılında MAZLUMDER Genel Başkanlığına seçildim. Evli ve ikisi erkek biri kız 3 çocuk babasıyım.
- yapılan son kongremizde Genel Başkanlık konusunda ismimiz üzerinde bir mutabakat sağlandı. MAZLUMDER’i kurulduğu günden itibaren ilgi ile takip ediyordum. Kocaeli’de şube başkanı olduktan sonra insan hakları alanında aktif mücadele etmenin gereğine daha çok inandım. Arkadaşlarımızın böyle bir teveccühü oldu.İnşaallah bu şerefli ve büyük sorumluluk gerektiren görevin gereğini hakkıyla yerine getiririz.
- hakları mücadelesi bir adalet ve özgürlük mücadelesidir.İnsan hakları bireyin kendini özgürce beyan etmesini zorunlu kılıyor.Batı ülkelerinde genellikle bireysel özgürlükler daha ileri seviyededir.Batıda kişilerin tekil veya gruplar oluşturarak yönetime katılmasınının daha yoğun olduğunu gözlemliyoruz.İslam ülkelerinin çoğu maalesef halen 3. dünya ülkeleri kategorisinde.Çoğunlukla başlarında süper güçlerin hakimiyetinde olan kişiler mevcuttur.Ülkelerini insan haklarının ve özgürlüklerin askıya alındığı totaliter bir rejim uygulayarak yönetiyorlar.Tabii böyle ülkelerde bireylerin hak talepleri daha düşük seviyede kalıyor.Ama son zamanlarda artık bastırılamaz şekilde hak taleplerinin yükseldiğini de görüyoruz.Türkiye arada bir yerde.AB uyum yasaları çerçevesinde nisbi olarak bazı alanlarda insan haklarının yükseltilmesi yönünde adımlar atıldığını gözlemledik. Devlet çoğunlukla makyaj olarak olsa da bazı alanlarda iyileştirmeler yaptı.Bunlar sivil toplumun daha rahat kendini ifade etmesini sağladı.Ama hemen refleksler devreye girdi ve bürokratik devlet anlayışı bu gelişmelere çomak soktu.Birçok ilerleme süreci akamete uğratıldı.
Türkiye kendisine biçilen elbiseyi kabul etmemeli. Her ırktan, her dinden , her mezhepten vatandaşın kendisini rahatça ifade edeceği bir ülke olmak için herkes insan haklarının değerini iyi bilmeli.Vatandaş olarak uğradığımız her türlü haksızlıkla mücadele etmenin aynı zamanda ülkenin insan hakları karnesini iyileştireceğini de unutmamalıyız.
- insan hakları alanında iktidarının ilk yıllarında bazı adımlar attı. AB uyum süreci çerçevesinde insan hakları alanını genişletecek, rahatlatacak bazı adımla atıldı.Ancak zamanla süreç zayıfladı. Başbakan tarafından “İşkenceye sıfır tolerans göstereceğiz” denmesine rağmen birçok kesimden ihlal başvurusu aldık. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birçok orantısız güç kullanımı vakası oldu. Canlı yakalanabilecekken yargısız infazlarla öldürülen kişiler de oldu. İhlali devam eden bir başka önemli hak ise düşünce ve ifade özgürlüğü oldu. Uygulamalarıyla insan hakkı ihlali yapan devlet kurumlarını eleştirmek ağır cezalar almayı gerektiriyordu. 21. yüzyılda sadece düşüncenin açıklanması ile cezayı hakketmek kabul edilir bir şey değil. Bu konuda çeşitli insan hakları kuruluşlarıyla beraber ortak taleplerde bulunduğumuz halde 301. madde konusunda sadece “makyaj” diyebileceğimiz değişiklikler yapıldı. Oysa bu madde ülkedeki birçok aydının hapis cezaları almasına, hayati tehditler altında yaşamasına yada öldürülmesine yol açmıştı. Din ve vicdan özgürlüğü alanında hükümetin çözemediği konuların başında başörtüsü yasağı geldi. Her ne kadar uzun bir süreden sonra anayasa değişikliği şeklindeki bir tasarının getirildiğini bilsekte bu tasarının tüm sorunları yok etmeyi hedeflemiş bir anayasa taslağı şeklinde sunulmaması yasağın sürmesinde bir etken olmuştur. Hükümetin bazı bakanları zaman zaman bürokratik devlet anlayışını yücelterek, insan haklarını geciktirilmesi gereken bir sorun olarak görmüşlerdir. Oysa insan hakları, geciktirilince ihlal edilmiş olan bir kavramdır.
- hakları kavramı çoğunlukla devletlerin çok hoşuna gidecek bir kavram olmadı.. Güvenliği ve hakimiyeti öne çıkaran devlet insan haklarını hep rakip bir kavram olarak görmüştür. Ama insanlık tarihinde yönetimlere karşı büyük mücadelelerle kazanılmış bir mevzi olmuştur. Çünkü sorgusuz sualsiz bırakılan yöneticilerin haksızlığa meylettiğini bir insanlık kuralı olarak biliriz. Din bu hatalı yönelişi uyararak bunun cezasız kalmayacağını belirtir. Biz insanlar elimizdeki dünyevi güçler ile ancak bu dünyada haksızlıkların sona ermesi için mücadele edebiliriz.Bunun da hakkını vermemiz gerekir. Hiç bir gerekçe doğru bildiğimiz mücadele biçiminden bizi alıkoymamalıdır. Bugün batılı ülkelerin veya ceberut doğulu yöneticilerin bulunduğu birçok devletin insan haklarını yüzü kızarmadan istismar ettiğini biliyoruz. Ülkesindeki insan hakları ihlalini görmezden gelen devletler başka ülkelere insan hakları götürmek istediklerini söyleyerek onların tepelerine bombalar yağdırmaktadır. Veya insan haklarını diğer ülkeler üzerinde siyasi bir baskı unsuru olarak kullanmaya çalışmışlardır. Bu durum insan haklarının ısrarla talep edilmesine gölge düşürmemelidir.
İnsan hakları söylemi fıtri olana uygun olduğu müddetçe ona uzak durmanın bir anlamı yoktur. İnsan hakları ile ilgili kavramları çoğunlukla dini istilahlar içinde de bulabilirsiniz. Çağdaş terminoloji ile ifade edilen hususların tarafımızca zenginleştirilmesi, bizler tarafından tüm insanlığın hakkı ve hukuku için kullanılması gerekir.
- insan haklarını her insan için doğal bir hak olarak tanır. İnsan hakları söyleminin siyasi bir dil kullanılmadan savunulması gerektiğini düşünür. Elbetteki her kişi ve kurumun siyasal eğilimleri vardır. Ama adaletli bir söylem için taraf olmayan bir anlayış ve dil gereklidir. MAZLUMDER’in çok önemli bir ilkesi, sloganı vardır.”Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana”. Bu ilke kimlik, dil, din, siyasi görüş ayırt etmeksizin her türlü insan hakkı ihlaline karşı durmamızı sağlamıştır. Bu konuda insan hakları sorunları ve bu sorunların çözümsüzlüğünden dolayı ortaya çıkan örgüt vb. yapıların durumlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Dini ve etnik sorunların halledilmemesinden kaynaklanarak hukuk içi veya hukukdışı kuruluşların varlığının ortaya çıkması çözüm yolundan ve söylemimizden bizi saptırmamalıdır. Yanlış algılamalara da yol açsa da insan hakları ihlallerinde mazluma kimliğinin sorulmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizdeki ve dünyadaki sorunların çözümünün teferruatta ve güncel kaygılarla sınırlı kalmayarak temel hakları kalıcı bir şekilde talep etmekle olacağını düşünüyoruz.
MAZLUMDER insanlık tarihi boyunca dünyanın çeşitli yerlerinde farklı ırk, dine mensup toplulukların insan hakları alanındaki mücadelelerini önemser. Haksızlıklara karşı yapılan bu mücadelelerin insanlık tarihinin kolektif insan hakları mücadelesi olarak algılar ve birikimlerinden istifade eder.
Peygamber efendimizin risaletten önce haksızlıklara karşı oluşturulan bir topluluğu gündeme getirmesi önemlidir. Çoğunlukla her türlü İslam öncesi adet ve tavır yasaklanmışken erdemli insanların topluluğuna gönderme yapması önemlidir. “Bugün o topluluk olsa yine
Katılırdım” demek dili, dini, ırkı farklı ama adalet temelli oluşumların her zaman taktir edileceğini göstermektedir.
- hak ve özgürlüklerinin yerleşmesi ve tüm toplumun mutlu olması için hukuk devleti olması gerekir. Devlet mekanizması tabiiyeti altında bulundurduğu her ırktan, dilden, dinden, mezhepten, siyasi görüşten insanın mutlu ve huzurlu olması için oluşturulmuştur. Bu farklılıkları kabul etmeyerek hakim ideolojiyi bireylere dikte etmek çeşitli sorunların ortaya çıkmasına yol açar. Türkiye de de aynı hadise olmuştur. Halkı hakim ideolojiye boyun eğmesi gereken bir topluluk olarak gören devlet aygıtı bir tornacı rolüne soyunarak kafaları kendisine uygun bir şekilde yontmaya çalışmıştır. Bu da cumhuriyet tarihi ile adeta yaşıt sorunların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir hukuk devleti toplumda varolan sorunları en adil bir şekilde çözer. Binlerce yıllık insanlık tarihinden günümüze damlayan ve tüm insanlarda hayranlık uyandıran çarpıcı olaylar hep yöneticilerin adil uygulamaları veya yöneticiye karşı olan adil yargılamalardır.
İnsan hakları ihlallerini karşısındaki engeller ne olursa olsun çözmek zorunda olan devlettir. Ama biz Türkiye’de hak ihlallerinin baş müsebbibinin devlet olduğunu da üzüntü ile gözlemliyoruz. Toplumun sorunlarını çözme görevi olan siyasetçilerin ülkenin ana sorunlarını ya inkar ederek ya da onlara dokunmayı düşünmeden siyaset yaptığını gözlemliyoruz. Askeri bürokrasinin normal bir demokraside olamayacak şekilde sivil siyasete müdahil olduğunu görüyoruz. Askeri darbelerle dolu bir geçmişi olan ülkemiz olağan zamanlarda da MGK ve benzeri kurullarla yönetilmekte daha yeterli de görülmezse askeri yetkililer sivil siyasete yönelik uyarılarda bulunmaktadır. İç hizmet kanununa göre sadece güvenlikten sorumlu olan güçlerin siyasi alana bu denli müdahaleci olması seçimlerin neden yapıldığı sorusunu sık sık gündeme getirmiştir.
Devletten ve hükümetlerden bağımsız olması gereken yargı da Türkiye’de insan hakkı ihlallerinin bizzat faili olmuştur.Devletimin ideolojisine uygun karar veririm diyen hakimlerin çoğunlukta oldu bir ülkede farklı görüşleri paylaşan kişiler adil bir yargı önünde bulunduklarını nasıl hissedebilirler?. Son zamanlarda iyice belirginleşen bir tarzda bizzat en büyük mahkeme olan anayasa mahkemesinin bile siyasi kararlar aldığı gözlenmektedir. Kamu vicdanında kararları kabul görmeyen, ama son durak olarak ilan edilen bu mercilerin aldığı kararlar ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin çözümünün ne kadar büyük mücadele gerektirdiğini göstermektedir.
- AİHS’e göre oluşmuş bir mahkeme. AİHM Türkiye’deki bir çok hukuksuz karardan sonra umutların yöneldiği bir merci oldu. Ancak önemli hayal kırıklıkları oluşturdu. Çifte standartlı kararlar verdi. Din özgürlüğü ile ilgili başka din mensuplarının mağduriyetine sözleşme çerçevesinde bakarak kararlar verirken İslam dinine mensup kişilerin mağduriyetlerinde bu hükümleri unutarak kararlar verdi. Bunda yasakçı anlayışın Türkiye’den AİHM’i baskı altında tutmasının, lobi faaliyeti yapmasının büyük etkisi olmuştur. Ancak bizler hukuku aramaktan vazgeçmemeliyiz. AİHM yanlış kararlar vermiş olabilir. Bu onun utancıdır. Haklı bir karar değildir. Tarih bu yanlış karar vericilerin haksızlığını ortaya çıkaracaktır. AİHM Türkiye’nin adil yargılanmayı ihlal ettiği birçok olayda doğru kararlar vererek ağır tazminat cezaları da vermiştir. AİHM’in Müslümanları görünce şaşıran adalet anlayışı karşısında yılmamalıyız. En azından yoğun bir şekilde bu çifte standardı ifşa ederek baskı unsuru oluşturabiliriz. AİHM kararlarının yanlışlığı ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin kalıcı olarak devam edeceğini göstermez. Aslında AİHM yasak koymamıştır. Türkiye’deki yasak kararının yanlış olmadığını söylemiştir.İnsan hakları hukukuna uymayan kanunların veya siyasetten etkilenen mahkemelerin mahkumu olunmaz. Aslında AİHM yasak koymamıştır.
- Kürt sorunu maalesef ülkemizdeki yanlış ideolojik yönelişlerden kaynaklanmıştır. Çanakkale savaşında omuz omuza düşmana karşı savaşmış insanların torunları bugün birbirini öldürüyorsa durup düşünmek gerekir. Yanlış nerede yapılmıştır?.Hakim ideolojinin, kurucu ideolojinin toplumu tektipleştirme projesi vardı.Farklı ırklar mozayiğini Türk potası altında birleştirmeye yönelik bir anlayıştı bu.1930’lu yıllarda en belirgin ayrımcılığın yapıldığına dair yetkili ağızların sözlerini şimdilerde dehşetle okuyoruz.Dönemin içişleri bakanı Mahmut Esat Bozkurt dönemin ruh halini yansıtan ve o zamanlar normal karşılanan cümlelerini sarfediyordu. “Türk olmayanların bu memlekette tek bir hakları vardır o da Türklere köle olmak”. Allah’ın eşit şartlarda yarattığı insanların dilini, kültürünü yasaklamak daha da olmazsa bu tür söz ve davranışlarla aşağılamak…”Türküm” demiyene demek ki mutluluk yoktu bu ülkede. Kürt sorunu devletin yanlış politikalarından dolayı oluştu. Sorun ırklar arasında değildir. Devletin tüm vatandaşlarına insanca ve eşit bir şekilde muamele etmesi zararın neresinden dönülürse kar olacağını gösterecektir. Bir taraftan da aynı sorunu sahiplenerek yıllardır kanlı bir savaş veren ve sınır tanımayan illegal yapılanmalar ortaya çıkmıştır. Terör olaylarının artması bu sorunun çözülemez olduğunu göstermez. Sorunu çözücü adımlar atılırsa halkın zihnini bulandıran olaylar bertaraf edilecektir. İllegal yapılanmalar sorunun çözümsüzlüğünden beslenmektedir. 1991 yılarında Kürtçe müzik yasağı sona ererken birçok kişi bu serbestiyetin terörizmin güçlenmesine yol açar demişti. Aslında bu serbestiyet bölgede gayet olumlu karşılanmış ve Kürt sorununun çözümüne yardımcı olmuştur. Kürtçe kelimelerin kullanılmasının serbestiyeti veya ana dilde eğitim öğrenim hakkı bu ülkeyi bölmez aksine tüm vatandaşların mutlu ve huzurlu olduğu bir ülke oluşturur.Ulus devlet anlayışı asimilasyoncu politikalar geliştiriyorsa yapacak ve söyleyecek bir şey kalmamaktadır.Sorunun çözümünün askeri metodlarla olacağını düşünmek kesinlikle doğru değildir.Güvenlik politikalarının sürekli öne çıkarılması inatlaşma ve çözümsüzlüğü getirmekte ve yara kapanmamaktadır.Başka bir ülkede olsa iç savaş tehlikesi oluşturabilecek acılar yaşanmıştır ülkemizde. Asker cenazesi gütmeyen köy adeta kalmamıştır. Yürekler yakan ana, eş, çocuk feryatları semalara hala yükselmektedir. Yüzyıllardır iç içe geçmiş Türkler ve Kürtler çözümün olacağına hala inanmaktadırlar. Bu topraklarda insan haklarına dayalı adil çözümlerin bulunacağına biz de can-ı gönülden inanıyoruz. Bu opsiyonu iyi değerlendirmesi gereken kamu idaresidir. Hükümetlerin bile elini kolonu bağlayan sivil ve askeri bürokrasi olsa da bu sorunu çözmeye hepimiz mecburuz, mahkumuz.